Alevi düşüncesinde Pir Sultan : Alevi-Bektaşi gelenekselliğini
kucaklayan, o temelden beslenerek günümüze uzanan çağdaş bir tavrın,
toplumsal ölçekte halk çıkarına/yararına dayalı bir kavganın taşıyıcısı
olarak bilince çıkar.
Bu nedenle Pir Sultan’ı söylemek, Pir Sultan’ın kavgasına katılmak,
özcesi O’nu yaşamak; genelde insan görüntüsü altında ezilen / sömürülen
bireye; özelde, insanlık görüntüsü altında halka / yaratana yönelik bir
tapınmaya katılmak; neye sayarlarsa saysınlar sonuçta insan olunduğuna
inanmak demektir.
Pir Sultan’ı bireyciliğinden / somut yanından soyup arındırırken insan
kendisini de / kendi somut yaşamını da soyar, arındırır. O’nu incelemek
/ anlamak için yola çıkan kişi önce O’nun sırrı çevresinde döner, sonra
da sırrına erer ; artık O’nu savunmakla yetinmez..
O’nu yaşar, O’nun kavgasına katılır.
“Anadolu halkının bağrında açmış kızıl bir güldür Pir Sultan. Kişiliği,
özü, sözü, halkla öyle içten içe kaynaşmış ki, nerede kendisinin, nerede
halkının dile geldiğini kestiremezsiniz. Halk öldürülen sevgilisini
kendi soluğuyla diriltmiş, diline diller, sazına sazlar katıp yaşatmış,
ölüsüne dirisinden daha güçlü, daha etkili bir varlık kazandırmış,
sönmüş bir canı binbir canla yeniden tutuşturmuş”,
diyor Sabahattin Eyüpoğlu.
İnanç bağlamında Pir Sultan, Tanrı yolunda bir tarikat yolcusudur.
Ölmeden evvel ölerek (1) Hakk’a ulaşan ve oradan yeniden Halk’a dönen
bir ulu kişidir.
Düşünce bağlamında Pir Sultan, halkın toplumsal tepkisini dile getiren,
halkın toplumsal mücadelesine öncülük / önderlik eden, bir insan-ı
kamildir.
Halk Pir Sultan’ı benimsedi. O’nu düzene / egemene yönelik kendi
memnuniyetsizlik kanalında besleyip büyüttü. Eğer bu benimseme,
kucaklama, kaynaşma olmasaydı halk, söylemeyeceği şeyleri O’na
söyletmezdi.
Susturulan ya da sesi kısılan halk, kendi kolektif bilincini, Pir
Sultan’ın kişiliğinde giydirip kuşattı; O’nun diliyle kendini anlattı;
bir bakıma O’nun ağzından kendi söyledi, kendi eyledi. Bunu yaparken
bilimsel bir kaygı gütmedi; gönül meşrebine uygun biçimde bilimin
engellerine takılmadan; yapılamaz olanlı yapılabilir kılarak özlemini,
dileğini dışa vurdu.
Bu yüzden halk, belgelere dayalı olarak tanımlanan tüm Pir Sultanlar’ı
söylence zemininde bire indirdi; onları, Pir Sultan geleneği ile
kuşattı, bu geleneğin kimliğiyle, söylemiyle donattı. Öyle ki, Pir
Sultan’dan neyin / nelerin somut Pir Sultan’a ilişkin, neyin / nelerin
topluma ya da söylence dünyasında birlenmiş, kolektif bilincin
temsilcisi soyut Pir Sultan’a ilişkin olduğunu bilmek / bulmak olası
değildir. Pir Sultan’da olan halkta, halkta olan Pir Sultan’dadır.
Ete kemiğe bürünen Pir Sultan’la, halkın kolektif bilincinin giydirilip
kuşattığı Pir Sultan; halkın emek ürününe el koyan, halkın kanıyla
beslenen, halkın dinini / kültürünü yadsıyan Osmanlı Sarayı’na karşı
başkaldırı kanalında birleşip birlendi.
Ortodoks Sünniliği ideoloji edinmiş Osmanlı egemen sınıfının temsilcisi
Hızır Paşa, Pir Sultan’ı asmakla halkı cezalandırmak, sindirmek,
kendisine yönelik başkaldırının önüne set çekmek ve sömürü düzeninin
sürdürmek; bu başkaldırıya düşünsel yapı oluşturan Aleviliği kökünden
kazımak istedi.
Peki, Pir Sultan Geleneğini susturabildi mi ?
Bin kere hayır.. Susturmaya çalıştıkça sayısı arttı, sesi gürleşti.
Kanıt mı ? İste Sivas !... (2)
Egemen sınıfın kendi bahçesinden, bu bağlamda Ortodoks Sünniliğin
kuşatma altına aldığı kentlerdeki eğitim kurumlarından halkının yararına
davranan / yüzünü ağartan bir tek insan bile yetişemezken; devletin
uzağında, ıssız dağ başlarında, şuraya buraya serpilmiş, kelle koltukta
yaşatılmaya çalışılan dergahlarda / ocaklarda yoksulluk ve baskı,
düzenin bir ürünü olarak algılandı.
Yoksulluğu ortadan kaldırmaya yönelik bir eyleme, isyana dönüştü. İşte
bu toplumsal mücadele zemininde çağdaş insanlığa seslenen, onun
kazanımlarını koruyan nice Pir Sultanlar yetişti.
Halka yönelik saldırıların yoğun olarak yaşandığı, sömürünün dayanılmaz
boyutlara ulaştığı, yoksulun daha yoksul, azgının daha azgın olduğu bir
ortamda Anadolu insanının kolektif belleğinin, toplu eyleminin /
söyleminin bir simgesi olarak “Telli Kuranı” elinde diyar diyar dolaşan
Pir Sultan, özlemlerin, umutların kucağında beslenerek önce kendi nesnel
yaşamının sınırlarını aştı, sonra da halkı da kurtuluşa götürecek bir
davranışın / eylemin / isyanın taşıyıcısı oldu.
Pir Sultan’da Yaşayan Dünya
Pir Sultan’da iç içe girmiş, kucaklaşmış, kaynaşmış, birbirini besleyen,
biri olmadan diğeri olamayacak olan iki ayrı dünya vardır.
Dünyalardan biri; geçmişte tüm insanlığı kucaklayan; medeniyette
birlikte medeniyeti güdenler tarafından boğulmak ve yok edilmek istenen
değerler dünyasıdır. Bu değerleri, tüm baskılara karşın canlı tutmaya,
yaşatmaya çalışan Alevi – Bektaşi topluluğunun topluluk bilincidir. Bu
bağlamda topluluk örgütlenmesine, Batıni tarikat örgütlenmesine temel
olan zemindir.
Pir Sultan’ın, Pir Sultanlar’ın dünyasını besleyen ana pınardır,
kaynaktır. Şeriatın uzağında, ışık felsefesiyle dünyalaşan bir inançla
kutsanmış olan bu kaynak, aynı zamanda :
1-) Hak / Mevla, Muhammet, Ali, Hasan, Hüseyin, Hatice, Fatma, Hacı
Bektaş, Seyit Ali, Balım Sultan, Ebu Müslim, Mehdi, Nesimi, Otman Baba
ve Mansur’a sevgidir.
“Şahların şahısın, zat-ı Ali’sin
Her ilmin kanısın, şah-ı velisin
Abdal Musa kendi Kızıl Deli’sin
Abdalların başı der Hacı Bektaş..”
2-) On İki İmam, Safevi Şahları, Üçler, Yediler, Kırklar, Pirler ve
Erenlere bağlılıktır.
“Hatice Fatıma mih-i muhabbet
Yine senden olur kuluna rahmet
İmam Hasan İmam Hüseyin mürüvvet
Mürvet günahıma kalma ya Ali.. “
3-) Muaviye, Yezit, Mervan, Mülcemoğlu, Padişah, Hızır Paşa ve
benzerlerine nefrettir.
“Gidi Yezid bize Kızılbaş demiş
Meğer Şah’ı sevdi dese yoludur
Yetmiş iki millet sevmes Şah’ı
Biz severiz, Şah-ı Merdan Ali’dir. “
4-) Alevilik – Bektaşilik erkanına içten, gönülden sarılmadır.
“Bu dünyanın evvleini sorarsan
Allah bir Muhammet Ali’dir Ali
Sen bu yolun sahibini ararsan
Hünkar Hacı Bektaş Veli’dir Veli “
Dünyalardan diğeri; Alevi-Bektaşi topluluk değerlerinin / bilincinin
doğası gereği evrilerek, topluluk bilincinden toplum bilincine
sıçrayarak, kendi düşünsel / nesnel sınırlarını aşarak / dayanışmacı /
paylaşmacı değerlerin, yaşanan anda, sosyal / toplumsal olayları çözücü
bir unsur olarak yeniden yorumlandığı dünyadır.
Alevi-Bektaşi düşüncesinde / tavrında belirleyici / güdücü /
yönlendirici olan bu içerik aynı zamanda :
1-) Doğa sevgisidir; doğayla senli benli olmadır, doğayla sohbettir,
doğayı sorgulayarak insanı eleştirmesidir.
“Pir Sultan Abdal’ım derterim firak
Alışmış yanıyor şu dertli yürek
Bir dahi gelemem menzilim ırak
Ölüm ile ayrılığın elinden… ”
2-) Tanrı tanık gösterilerek kutsanan, yarı ilahi ideolojinin
aralanmasıyla açığa çıkan, “çıplak” olan ve
“çıplak kavgaya” önderlik eden, onurlandırılması gereken insandır.
“Uyur idik uyardılar
Diriye saydılar bizi
Koyun olduk ses anladık
Sürüye saydılar bizi
Pir Sultan’ım eder şunda
Çok keramet var insanda
O cihanda bu cihanda
Ali’ye saydılar bizi …”
3-) Sevgilinin güzelliğidir, aşkın yakıcılığıdır ve ayrılığın acısıdır.
“Kul olayım kalem tutan eline
Katip ahvalimi Şah’a böyle yaz
Şekerler ezeyim şirin dillere
Katip ahvalimi Şah’a böyle yaz
Sivas ellerinde sazım çalınır
Çamlıbeller bölük bölük bölünür
Dosttan ayrılmışım bağrım deliniz
Katip ahvalimi Şah’a böyle yaz.
Pir Sultan Abdal’ım ey Hızır Paşa
Gör ki, neler gelir sağ olan başa
Hasret koydun kavim kardaşa
Katip ahvalimi Şah’a böyle yaz..”
4-) Dünyanın geçiciliği, ölümü kaçınılmazlığıdır.
“Pir sultan’ım düşümüzde
Uzak değil karşımızda
Baykuş mezar taşımızda
Dertli dertli öter bir gün “
5-) Dosttan, eşten, aşıktan ayrılmadır, dosta, aşığa özlemdir.
“Şu karşı yaylada göç katar katar
Bir güzel sevdası serimde tüter
Bu ayrılık bana ölümden beter
Geçti dost kervanı eyleme beni . “
6-) Toplumsal eksiklikleri / aksaklıkları akılsız ya da kötü niyetli
kişilerin eseri olarak görmekten öte düzenin / sistemin bir yaratısı
olarak algılamadır.
“Kızılırmak gibi çağladım aktım
El vurdum göğsümün bendini yıktım
Gül yüzlü ceranın bağına çıktım
Girdim bahçesine gül bozuk bozuk.. “
7-) Sömürüye / haksızlığa, soyguna baş eğmeyip kavga etmedir. Kavgaya
katılmaktır. Bir gün bu kavganın başarıya ulaşacağına yönelik umudu
sürekli canlı tutmadır.
“Kadılar müftüler fetva yazarsa
İşte kement işte boynum asarsa
İşte hançer işte kellem keserse
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan.. “
Pir Sultan’ın, Pir Sultanlar’ın bu iki dünyası; ezenin, ezilenin,
yalanın, takiyenin henüz keşfedilmediği çağlar üzerine kurulan söylence
zemininde, somut Pir Sultanlar’ın birlenerek toplumsal yarar alanına
taşındı. Halkın bilinci, söylemi, kültür kaynağı, devrimci tarihi oldu.
Bugün Pir sultan’ın, Pir Sultanlar’ın dünyasında: geleneksel yan, yani
Alevilik-Bektaşilik inancı / bilinci, asıl besleyici / yaratıcı yandır.
Çağdaş yan ise gelenekselliğin evrilmesiyle kazanılan ve halkı kurtuluşa
taşıyacak olan, belirleyici / çözücü halkadır. Asıl kavga ve kazanım
alanıdır.
Alevi düşüncesinde Pir Sultan bir Ayin-i Cem bülbülüdür. Hallacı
Mansur’un anısına kurulan dar’da açmış bir kızıldır, güldür...
---------------------------------------------------------------
(1) Ölmeden evvel ölmek: Alevilikte kutsal kurban söylencesinin,
felsefi, estetik ve etik bir boyuta taşınmasıyla kazanılmış bir olgudur.
Hz.İbrahim Tanrı’ya yakın olmak için oğlu İsmail’i kurban etmek
istemektedir. Oğlunu kurban edeceği sırada gökten bir koç iner ve
Hz.İbrahim oğlu yerine koçu kurban eder.
Ölmeden evvel ölmek bağlamında kendini kurban etmek, zahir kimliğini yok
ederek, Batıni kimlikle yeniden doğmak anlamını taşır Bu felsefenin
kaynağı Buda öğretisine dayanır. Budha’nın “arınmak” yoluyla “yoklukta
varlık”a ulaşma oalrak nitelediği bu durum Anadolu Aleviliğinde “kendini
bilmek” yoluyla “terk” aşamalarından geçerek “ölmeden evvel ölmek”e
dönüştü.
Budizmde arınan Nirvana’ya ulaşıyordu; mutluluğu, sonsuzluğu
yakalıyordu.
Anadolu Aleviliğinde “ölmeden evvel ölen” Enel Hak noktasına taşınır.
Yaşarken “dirilerek” ölümsüzlüğü yakalar, tanrılaşır. Dört Kapı Kırk
Makamın öğretildiği yolda eski “ben”ini, bilincini terk eder, inkar
eder. Yeni “beni”yle yeniden doğar, yaşarken dirilir.
(1) Sivas’ta Madımak’ta 35 canın yakılması olayı : Ortaçağ değerlerini,
kurumlarını “siper edinerek” palazlanan şeriatçı bir kalkışmaydı. Olay
karşısında devletin takındığı tavır, Cumhuriyet devletinin ne denli
teokratik bir niteliğe büründüğünün kanıtı; olaylara neden olanlara
yargının verdiği “destek”, şeriatçı güçlere ödün, devrimci - demokrat
güçlere “acı” bir hatırlatma, gelecekte olacaklara kara” bir gönderme
oldu.
Bizi Sivaslara taşıyan sürecin nerelere taşıyacağını tartışıyoruz.
Sivas’ta canlarımızın diri diri yakılmasıyla bizler, bedeli ağır ödenmiş
kimi dersler çıkardı. Gerçek demokrasiyi – laikliği kurmanın ve
yaşatmanın şeriata karşı örgütlenmeden, şeriatı dünyasal olanın dışına
atmadan olamayacağını öğrendik.
Sivas’ta yakılmak istenen, boğulmak istenen Pir Sultan düşüncesiydi. Ama
boğulmak şöyle dursun; diri diri yakılan 35 canın canıyla sulanarak daha
da boyutlandı.
Esat Korkmaz
Kaynak : “Anadolu Aleviliği ve Pir Sultan Abdal “ adlı kitaptan.
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Yayınları 1998
|